Sıkça Sorulan Sorular

Kömür madenciliğinin ve kömürlü termik santrallerin su varlıklarımızın üzerinde çeşitli etkileri bulunmaktadır. Kömür madenciliğinde, maden alanın jeolojik yapısına bağlı olarak kömüre ulaşmak için yeraltı sularının tahliye edilmesi gerekebilir. Susuzlaştırma adı verilen bu işlem sonucunda yeraltındaki binlerce metreküp su, kömürün güvenli şekilde çıkarılabilmesi için  tahliye edilir. Susuzlaştırma işlemi, bölgenin hidrolojik döngüsünü bozar, ekosistemine zarar verir, biyolojik çeşitliliğin azalmasına neden olur. Ayrıca, susuzlaştırma yapılan bölgelerde çökme ve obruk oluşumu gibi sorunlar meydana gelebilir.

Yağmur ve akarsular, açık kömür madenciliğinde ortaya çıkan sülfür (kükürt) ile temas ettiğinde, asit maden drenajı sorunu ortaya çıkar. Suyun çok asidik hale gelmesine sebebiyet vermesi bakımından, asit maden drenajı sucul ekosistemlere zarar verir.

Kömür, kalofirik değerini yükseltmek amacıyla yıkanır. Söz konusu cevher zenginleştirme işlemi lavvar tesislerinde gerçekleştirilmektedir. Söz konusu işlem sırasında yüksek miktarda su tüketimi olduğu gibi, kullanılan sular kimyasal olarak kirlenmektedir.

Termik santrallerde hem işleyiş gereği hem soğutma suyu için her gün yüksek miktarlarda su kullanılmaktadır. Termik santrallerde günlük binlerce metreküp suyun soğutma suyu olarak kullanılması ekosistemin su haklarını ihlal etmektedir. Kullanılan soğutma suları genellikle gerektiği şekilde arıtılmadan deşarj edilir. Soğutma suları deşarj edildiği bölgede su varlıklarını kirletmekte, bölgenin ekolojik dengesini olumsuz etkilemektedir.

Termik santrallerde kömür yakıldıktan sonra küller oluşmaktadır. Oluşan küllerinin nasıl depolandığı doğal varlıkları korumak adına elzemdir. Kül depolama sahalarında kuşaklama ve drenaj kanallarının eksikliği yağmur ve kar sularının karıştığı küllerin yeraltı ve yüzey sularını kirletmesine neden olabilir.

Kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller hem sularımızı kirletmekte hem de su varlıklarımızı yok etmektedirler. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından hazırlanan 2020 yılı Atıksu ve Atık İstatistikleri’ne göre Türkiye’de toplam 18,2 milyar m3 su çekilmiş, çekilen suyun % 45,4’ü termik santraller tarafından kullanılmıştır. Derinleşen iklim krizinin etkilerine ve artan kuraklığa karşı dünyamızı koruyabilmek için kömür madenciliği ve kömürlü termik santrallerden vazgeçmeliyiz.

Kömür madenciliğinin ve kömürlü termik santrallerin hava kirliliğine neden olduğu defalarca kez kanıtlanmıştır. Kömür madenciliğinde, madencilik faaliyetinin başlamasıyla, kazı çalışmaları, kömürün çıkartılması ve taşınması çalışmalarında ortaya çıkan tozlar hava kirliliğine sebep olmaktadır.

Kömür madenciliğinin ve kömürlü termik santrallerin hava kirliliği oluşturmasında kullanılan yakıtın içeriği de önemlidir. Ülkemizde en çok rastlanan kömür çeşidi linyit kömürüdür. Düşük kaliteli ve yüksek derecede kirlenmeye yol açan linyit kömürü termik santrallerde yakıldığında yüksek miktarda kükürt dioksit (SO2), azot oksitler (NOx), karbonmonoksit (CO), Ozon (O3), hidrokarbonlar, partikül madde (PM) ve kül oluşturmaktadır.

SO2 ve NOx gazları asit yağmurlarının oluşumundan birinci derecede sorumludurlar. Bacalardan atılan kükürt ve azot oksitler, hakim rüzgarlarla ortalama 2 – 7 gün içerisinde atmosfere taşınırlar. Bu zaman süresi içinde bu kirleticiler, atmosferdeki su partikülleri ve diğer bileşenlerle tepkimeye girerek sülfürik asit ve nitrik asiti oluştururlar. Bunlar da yeryüzüne yağmur ve kar ile ulaşır. Böylece baca gazları ikinci kez ve daha geniş bir bölgeye etki etmiş olurlar. Bölgenin arazi yapısı ve hava koşullarına bağlı olarak, etki yüzlerce kilometreye kadar yayılabilmektedir. Asit yağmuru denilen bu olgu yalnızca canlılar için değil, taş yapıtlar ve eski sanat eserleri için de önemli bir tehlike oluşturmaktadırlar.

Kömür madenciliği faaliyetlerinde gerçekleştirilen ilk işlem yeraltında bulunan kömüre ulaşılabilmesi için yüzlerce yılda oluşan toprağın sıyırılması ve kazılması işlemidir. Toprağın bir canlı ve canlılara yuva olduğunu unutan bu anlayışla toprak bir materyal haline getirilmekte, kömür madenciliği için pasa atığına dönüşmektedir.

Sıyırma işleminden sonra madencilik faaliyetleri nedeniyle iş makinalarının yoğun kullanımı toprağın yapısını ve su tutma kapasitesini bozmaktadır.

Termik santrallerde kömürün yanması ile birlikte havaya karışan ve kirliliğe sebep olan kükürt dioksit (SO2) ve azot oksitler (NOx)’in bulutlarda bulunan su buharları ile tepkimesi sonucunda, pH değeri normal yağmur suyundan daha düşük, yani asidik hale gelmiş yağmur suları oluşabilmektedir. Asit yağmurları nedeniyle topraklar olumsuz şekilde etkilenmekte, tarımda verimlilik kaybı ve canlı varlılığında azalmalar görülmektedir.

Derinleşen iklim krizi gıda güvenliği ve gıda güvencesini her geçen gün daha da fazla tehdit etmektedir. Uzun tedarik zincirlerine bağlanmış gıda sisteminin ne kadar kırılgan olduğu pandemiyle gün yüzüne çıkarken, tarım alanlarımız her geçen gün daha da kıymetli hale gelmektedir. Kısa tedarik zincirleriyle kendi gıdamızı üretmek iklime uyumlu tarım politikaları kapsamında oldukça önemli bir yerdedir. Kısa tedarik zincirleri gıda güvenliğini sağlarken daha az karbon salımı nedeniyle ekosisteme daha uyumludur. Ancak, Türkiye’de verimli tarım alanlarından kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller nedeniyle vazgeçiliyor. Büyük ova niteliğindeki verimli tarım alanlarına kömür maden sahaları yapılıyor ya da halihazırdaki kömür maden sahaları genişletilmeye çalışılıyor. Yine benzer şekilde, kömürlü termik santral projesi yapılacağı yerin mekansal özellikleri göz ardı edilerek verimli tarım alanlarına yapılabiliyor.

Verimli tarım alanlarının kömür maden sahası ya da termik santrale dönüşmesi gıda tedariğinde bir güven sorununa neden olduğu gibi hava, su, toprak kirlendikçe temiz gıdaya erişim güçleşiyor, tarımda verimlilik düşüyor.

İnsan ekosistemin bir parçasıdır. Toprağın kirletilmesi ya da yok edilmesi, havanın kirletilmesi, suyun kirletilmesi ya da döngülerinin bozulması insanın da yaşamsal faaliyetlerini sürdürmesini zorlaştırmaktadır.

Madencilik faaliyetleriyle ortaya çıkan toz, akciğer ve solunum yolu hastalıklarına neden olur.

Kömürlü termik santraller nedeniyle kirlenen hava solunum yolu hastalıklarına neden olmakta, kalp-damar sistemini, beyin ve sinir sistemini etkilemektedir. Ağır metallere maruziyetin zeka düzeyi kayıplarına neden olduğu bilimsel çalışmalarla kanıtlanmıştır. Kirlenen hava erken ölümlere de sebebiyet vermektedir. Yakın zamanda yapılan bilimsel bir araştırmaya göre dünya çapında her altı ölümden birinin hava kirliliği kaynaklı olduğunu gözler önüne sermektedir.

Kömürlü termik santral bacalarından ve/veya kül depolama alanlarından rüzgarlarla atmosfere taşınan külün  kentin üzerine sürekli yağıyor olması hem çevre hem de halk sağılığını tehdit etmektedir. Kül, tarım arazileri ve dikili ürün üzerinde birikmekte, canlılar tarafından solunmakta ve kış aylarında kente kara kar olarak inmektedir.

Türkiye’de linyitle çalışan termik santraller 1973 yılına kadar çok küçük ölçekli santraller şeklindedir, sadece 1956 yılında devreye alınan 65 MW gücündeki Tunçbilek A Santrali ile her biri 22 MW gücündeki iki ünitesi 1957 ve 1958 yıllarında devreye alınan Soma A Santrali istisnaları oluşturmaktadır. Linyitle çalışan termik santral projeleri 1973 yılından itibaren yaygınlaşmaya başlamıştır. 1973 yılında 600 MW gücündeki Seyitömer Santralinin her biri 300 MW gücündeki ilk iki ünitesi işletmeye alınmıştır. Bu tarihten sonra 2000 yılına kadar, yerli kömüre dayalı büyük ölçekli termik santraller ardı ardına kurulmuştur.

2000’li yıllardaki enerji piyasasındaki ve elektrik üretimi alanında oluşturulmaya çalışılan serbest piyasa modeli çerçevesindeki düzenlemeler nedeniyle devlet işletmeleri olan linyitle çalışan termik santraller 2013 yılından itibaren gerçekleştirilen özelleştirmeler sonucunda “varlık satışı” yoluyla özel sektöre devredilmiştir.

Türkiye’de enerji üretiminde bağımsızlık kaygısı her dönem kendisini göstermiştir. 2000’li yıllarda enerji piyasasındaki liberalleşmeye rağmen kömür madenciliğinden enerji eldesine yönelik çeşitli teşvikler sağlandı. Serbest piyasa modeli devlet teşvikleriyle desteklenerek enerji bağımsızlığı için çaba sarf edilse de fosil yakıta dayalı modelin başarılı bir tablo ortaya koyduğu söylenemez. 2020 Enerji Denge Tablosu’na baktığımızda enerji ithalatının toplam enerji arzı içindeki payı %78 olduğu görülmektedir.

Enerji Denge Tablosu’ndaki verilerin yanı sıra 1965-2020 yılları arasında çalışan 16 ildeki 29 termik santral elektrik üretirken, yaklaşık 200 bin erken ölüme, 117 bin 661 erken doğuma, 62 milyon iş günü kaybına ve 4 trilyon 8 milyar lira da sağlık maliyetine yol açtı. Fosil yakıtlar enerji bağımsızlığını sağlayamadığı gibi doğurduğu çevresel ve sağlık maliyetleri kömürü iddia edilenin aksine pahalı bir enerji kaynağı haline getirmektedir.

Kömürlü termik santrallerin olduğu her ilde karşılaştığımız manzara aynı. Kömür kokusu altında kalan hayalet bir kent, solunum yolu hastalıklarından muzdarip yurttaşlar, kanserden sevdiklerini kaybedenler, kuraklıktan ve tarımda verimliliğin düştüğünden şikayet eden çiftçiler, mevzuat gereği dahi sorumluluklarını yerine getirmeyen kömürlü termik santraller, insanları ve zeytin ağaçlarını yerinden eden kömür ocakları. Kısacası kömürlü termik santraller ve kömür madenciliği ne hava bırakıyor ne su ne de toprak.

Gezegenimizin geleceği için adil geçişi mümkün kılacak şekilde fosil yakıtların kullanımından vazgeçmemiz gerektiğini bir kez daha vurguluyoruz. Doğayla barışık, ekosistemle uyumlu, yerelin haklarını gözetecek şekilde yenilenebilir enerjiye geçiş yapmamız gerektiğini otuz yıldır bu topraklarda yaşam için çalışan bir vakıf olmanın sorumluluğuyla dile getiriyoruz.

Sadece enerji üretmek değil, üretilecek enerjinin nerede ve nasıl üretileceğinin de anlam kazandığı iklim krizine uyumlu politikalar üretebilmek adına ivedilikle fosil yakıtların kullanımından vazgeçmemiz gerekliliği kömür maden ocaklarında ve kömürlü termik santrallerde çalışan insanların işsiz kalacağına dair bir endişeye de neden olabiliyor.

TEMA Vakfı olarak, kömür madenciliği ve kömürlü termik santraller nedeniyle sağlık sıkıntıları içinde olan işçilerin bir de işsiz bırakılmasını istemiyoruz. Kömürden çıkışın bir gereklilik olduğu bilinciyle kömür maden ocaklarında ve kömürlü termik santrallerde çalışan emekçilerin başka üretim alanlarında meslek sahibi olarak kazanç elde etmesi ve insan onuruna yakışır şekilde iş ve yaşam koşullarına sahip olması için, adil geçişi mümkün kılacak şekilde yeni iş sahalarında istihdam edilmesi gerektiğinin altını çiziyoruz.